Dilek günü, hiç hesapta yokken alışveriş yaptım ya, içime kurt düştü sonradan. O gün para harcanmazmış :/
Olsun, hayat benim hayatım. Küçükken her daim, bu hayatın sadece bana ait olduğunu, diğerlerinin hayatımda bana bir ders verecek figuranlar olduğunu ve aslında onların bir hayatı olmadığına inanırdım.
Yani herkes, her şey sadece benim için var! Arada hala beni buna inandırmaya sevk eden veriler ile karşılaşıyorum. Her insan bir ders, olumlu ya da olumsuz.
Neyse, yine dağıttım konuyu. Düşüncemin trenleri kayıp!
O gecenin sabahında, 03:00 gibi kalktım. Ezanla birlikte, sülalecek deştiğimiz gül ağacının dibine gittim. Herkes aynı ağacı seçmiş amk. 06'da HE geleneğini bilen sayısı epey fazlaymış. Zira, ne kerteriz taşımı bulabildim ne de çubuğu! Herkes alıp, yer değiştirtmiş.
Akıllılık yapıp, kırmızı kese, kırmızı kurdele ile gömdüklerimi buldum. Buldum da, anamınki, kardeşiminki, kocasınınki yok!
Deş deş, yok. Anneminkini buldum, içindeki para yok :/
Eve dönüp gelende, annem kıllandı, tek başına da çıkmıyor dışarı. O saat de, ne hareketliymiş kardeş. Kapıda pusuya yatıp, el feneri ile tekrar çıktık ama bulamadık. Bahçedeki 16 ağaçtan herkes aynı ağacı seçmiş. Bıraktık artık ne varsa, ben yola çıktım ertesi sabah, o uykusuzlukla. Ama neşem yerindeydi.
Seyahat dilemiştim. Ucuz benzin. Barış. Japonya. Kanada. Madenci tablosunu unuttum! Tüüüüü!
İzmir'e gitmedim isteyerek, ama Dikili'den suya döktüm dileklerimi. Ertesi gün mail geldi. "J hanım yıllık izninizi bildirin". "Ayyyyyyyyyyy iznim mi var ayol?" diye bir mail atıp, karar vermek için ani cevap vermedim. Japonya'ya karar verdik, ama yolu hesaplayınca vazgeçtik şimdilik. 18 saat yol mu olur yav?! Avusturalya seyahati bu kadar koymamıştı, hem de tek başıma.
Sevgilimle akil bir karar vermek istiyorum!
Sonra yine bana hayat yollar. Bir çantayı patlattım, diğerinin dikişlerini gevşettim, Çin malı 24ten aldığım valiz uzvum oldu. Sürüye sürüye dolaşıyorum onunla.
Eskiden 120km/saat ile giden ben, bıktığım yolları 170km/saat ile geçer oldum. Her şeyin fazlası zarar!! (burada her hafta başka bir yerde olmamdan bahsediyoruz)
Dün de insan soyundan bir kez daha nefret ettim. Bıktığım yollardan hava kararınca ayrılıp, otele girince, duş bile almadan, ühüh evet, 21:30da yatağa girdim. Uyuyordum kütük gibi. Taa ki, katta bir coşkulu kalabalık sesi duyana kadar!! Saat 11:55
Ayh bir susun yahu. Yok kesilmiyor ses. Çocuklar köşe kapmaca oynuyor, bir adam arabanın anahtarını bulmak için sağa sola telefon ediyor. Umursamaz bir anne çocukları bir kenara bırakmış, düğünü otele getirmiş, eğlenmeye devam ediyor. Açtım kapıyı. Susun dedim. Kapının karşısındaki koltuklarda oturan mafya tipli, gri takım elbise, kravatsız siyah gömlekli adam ağır bir şekilde, "tamam hanfendi tamam" dedi.
O koltuklara oturan gerçekten varmış ey ahali!
Gittim yattım ama yok. Asansöre basıp basıp gidiyor çocuklar. Onun dingdangdonu var bir de. Bir daha kalktım yataktan. Mafyacı gitmiş, "şşşşşşşşşşşşşşşşşş susun ayıp" dedim, yok!
Her medeni insan gibi resepsiyonu aradım. "J hanım bunlar düğüncü grubu, herkes şikayet ediyor" dedi. İşte bu da ayrı bir sorun. Birisi sana dert yandığında, "ya bak benim başıma daha kötüsü gelmişti" diyerek konuyu kendine döndürmek olmuyor insancıklar. Buna empati denmiyor. Ben de, "arayın adamları uyarın o zaman" dedim. Odanın numarasını istedim. Vermek istemedi. Tehdit etmiş olabilirim. "Kapıya not bırakcam" dedim. Söyledi de, sinirle unutmuşum ben. Aslında doğrudan odayı arasaydım keşke.
Gece uyuyana kadar, kağıda neler yazacağımı düşündüm durdum. Sonra da, "ya bu kadın bana bunu neden demişti, ne kadar ayıp, şu adam da neden böyle her şeye burnunu sokuyor" diye düşüne düşüne sabah zor kalktım.
Yazıyı da yazmadım. Bir insana yapılabilecek en büyük iyiliğin onu eleştirerek, kendini geliştirmesini sağlamak olduğuna kanaat ettiğim için yazmadım!
Sabah perdeyi açınca da, düğüncü grubun evlendirdiği kişilerin adlarını bahçede görünce, şişmiş gözlerimi oğuşturarak banyoya geçtim artık. Evet Görkem, 2nci kattaki 2 dodaya saatlerce yerleşemeyip de tüm otel odalarından şikayet alan akrabalar senin değilse, yandın olm. O aileye doğduysan zaten sana söyleyecek lafım yok. Fikirsiz.
Şimdi de, tuvalette bunları yazarken, dışarıdan gelen seslerin havalı fişek mi, silah sesi mi olduğunu bilmiyorum.
Böyle önemli bir hafta olmasaydı Pazar günü yola mı çıkardım ben?!
Bu memleketler bana dar geliyor.
Olsun, hayat benim hayatım. Küçükken her daim, bu hayatın sadece bana ait olduğunu, diğerlerinin hayatımda bana bir ders verecek figuranlar olduğunu ve aslında onların bir hayatı olmadığına inanırdım.
Yani herkes, her şey sadece benim için var! Arada hala beni buna inandırmaya sevk eden veriler ile karşılaşıyorum. Her insan bir ders, olumlu ya da olumsuz.
Neyse, yine dağıttım konuyu. Düşüncemin trenleri kayıp!
O gecenin sabahında, 03:00 gibi kalktım. Ezanla birlikte, sülalecek deştiğimiz gül ağacının dibine gittim. Herkes aynı ağacı seçmiş amk. 06'da HE geleneğini bilen sayısı epey fazlaymış. Zira, ne kerteriz taşımı bulabildim ne de çubuğu! Herkes alıp, yer değiştirtmiş.
Akıllılık yapıp, kırmızı kese, kırmızı kurdele ile gömdüklerimi buldum. Buldum da, anamınki, kardeşiminki, kocasınınki yok!
Deş deş, yok. Anneminkini buldum, içindeki para yok :/
Eve dönüp gelende, annem kıllandı, tek başına da çıkmıyor dışarı. O saat de, ne hareketliymiş kardeş. Kapıda pusuya yatıp, el feneri ile tekrar çıktık ama bulamadık. Bahçedeki 16 ağaçtan herkes aynı ağacı seçmiş. Bıraktık artık ne varsa, ben yola çıktım ertesi sabah, o uykusuzlukla. Ama neşem yerindeydi.
Seyahat dilemiştim. Ucuz benzin. Barış. Japonya. Kanada. Madenci tablosunu unuttum! Tüüüüü!
İzmir'e gitmedim isteyerek, ama Dikili'den suya döktüm dileklerimi. Ertesi gün mail geldi. "J hanım yıllık izninizi bildirin". "Ayyyyyyyyyyy iznim mi var ayol?" diye bir mail atıp, karar vermek için ani cevap vermedim. Japonya'ya karar verdik, ama yolu hesaplayınca vazgeçtik şimdilik. 18 saat yol mu olur yav?! Avusturalya seyahati bu kadar koymamıştı, hem de tek başıma.
Sevgilimle akil bir karar vermek istiyorum!
Sonra yine bana hayat yollar. Bir çantayı patlattım, diğerinin dikişlerini gevşettim, Çin malı 24ten aldığım valiz uzvum oldu. Sürüye sürüye dolaşıyorum onunla.
Eskiden 120km/saat ile giden ben, bıktığım yolları 170km/saat ile geçer oldum. Her şeyin fazlası zarar!! (burada her hafta başka bir yerde olmamdan bahsediyoruz)
Dün de insan soyundan bir kez daha nefret ettim. Bıktığım yollardan hava kararınca ayrılıp, otele girince, duş bile almadan, ühüh evet, 21:30da yatağa girdim. Uyuyordum kütük gibi. Taa ki, katta bir coşkulu kalabalık sesi duyana kadar!! Saat 11:55
Ayh bir susun yahu. Yok kesilmiyor ses. Çocuklar köşe kapmaca oynuyor, bir adam arabanın anahtarını bulmak için sağa sola telefon ediyor. Umursamaz bir anne çocukları bir kenara bırakmış, düğünü otele getirmiş, eğlenmeye devam ediyor. Açtım kapıyı. Susun dedim. Kapının karşısındaki koltuklarda oturan mafya tipli, gri takım elbise, kravatsız siyah gömlekli adam ağır bir şekilde, "tamam hanfendi tamam" dedi.
O koltuklara oturan gerçekten varmış ey ahali!
Gittim yattım ama yok. Asansöre basıp basıp gidiyor çocuklar. Onun dingdangdonu var bir de. Bir daha kalktım yataktan. Mafyacı gitmiş, "şşşşşşşşşşşşşşşşşş susun ayıp" dedim, yok!
Her medeni insan gibi resepsiyonu aradım. "J hanım bunlar düğüncü grubu, herkes şikayet ediyor" dedi. İşte bu da ayrı bir sorun. Birisi sana dert yandığında, "ya bak benim başıma daha kötüsü gelmişti" diyerek konuyu kendine döndürmek olmuyor insancıklar. Buna empati denmiyor. Ben de, "arayın adamları uyarın o zaman" dedim. Odanın numarasını istedim. Vermek istemedi. Tehdit etmiş olabilirim. "Kapıya not bırakcam" dedim. Söyledi de, sinirle unutmuşum ben. Aslında doğrudan odayı arasaydım keşke.
Gece uyuyana kadar, kağıda neler yazacağımı düşündüm durdum. Sonra da, "ya bu kadın bana bunu neden demişti, ne kadar ayıp, şu adam da neden böyle her şeye burnunu sokuyor" diye düşüne düşüne sabah zor kalktım.
Yazıyı da yazmadım. Bir insana yapılabilecek en büyük iyiliğin onu eleştirerek, kendini geliştirmesini sağlamak olduğuna kanaat ettiğim için yazmadım!
Sabah perdeyi açınca da, düğüncü grubun evlendirdiği kişilerin adlarını bahçede görünce, şişmiş gözlerimi oğuşturarak banyoya geçtim artık. Evet Görkem, 2nci kattaki 2 dodaya saatlerce yerleşemeyip de tüm otel odalarından şikayet alan akrabalar senin değilse, yandın olm. O aileye doğduysan zaten sana söyleyecek lafım yok. Fikirsiz.
Şimdi de, tuvalette bunları yazarken, dışarıdan gelen seslerin havalı fişek mi, silah sesi mi olduğunu bilmiyorum.
Böyle önemli bir hafta olmasaydı Pazar günü yola mı çıkardım ben?!
Bu memleketler bana dar geliyor.