Quantcast
Channel: Eee?
Viewing all 659 articles
Browse latest View live

Tatil!

$
0
0
Hazır Doğu Anadolu'da iken, sevgiliyi, arkadaşları göreyim dedim. Bay Kuş beni iş yerlerimden birinden aldı Cuma akşamı, ilçeye gittik.

Bugün de kaldığım yere bıraktılar, gittiler biraz önce Kurabiye Bey ile. 
Göz yaşlarımı siliyim.

O vakitte yaptıklarımızın biraz fotoğrafı. Bayan Kurabiye evde olmayınca, övrenci evi gibi oldu.
 :/ Çok seviyorum bu zombırtıyı. Senelerdir orada durur. Zombırtı e_he!
Dün yapılan binlerce (mübalağa sanatı yapıyorum) ekmek. Rıza Baba'nın dizini geçiyor ekmek kulesi.
Orada Divriğililerin İÇ dediklerinden yedim. Yemek aslında bildiğiniz yediğiniz kısır ancak sulu. İçine su koyuyorlar ve tabağın içine haşlanmış asma yaprağını bölüp atıp, kaşıklıyorlar! Elleri ile de yerlermiş. Onu göremedik. Ama baktık nasıl yeniyor diye.

Baktım tadına, çok hafif. Yaprak da hafif ekşitiyor. İstediğin kadar ye.
Ama kısır öyle mi?! Nankör. Ye tabak tabak, üzerine bir şey iç, hooop kabarmaya devam etsin. Ama onca tabak yemeğe rağmen gelince bir de burada yedik. Ö_ö
Bu da meşhur asma köprü. Pis baraj o kadar yükseltmiş ki suyu. 
Ben bu köprüyü çok seviyorum. Yolu uzattık üstünden geçeyim diye. J<3SuspendedBridge
 Kangal semaları. Biz gelirken bugün, gökyüzünde yanarak düşen bir şey vardı ama Benjamin'in lensi yetmedi, çekemedim. Göktaşı olabilir, uçak olabilir :D Haberleri takip edeceğiz bir süre. Belki de bir UFOnun bijonu meme yaptı :P (bijon meme yapmaz).
Bu da, geçen günlerde çektiğim Kangal'daki heykel. Sanırım gerçek hayatta da, kadın çalışır adam kahvede oturur (çoban değilse). 
Şu fotoğrafı çekerken öyle baktılar ki, kat kat kaban giy fark etmez, yine çıplak gibisin. Hav hav! 

Tohma

$
0
0
Burnumuzun dibinde neler var da görmüyoruz! Bombacı Mülayim'in demesiyle çıktık, gördük. 

Aşağıdaki GoogleEarth görüntüsü.
Bu aşağıdaki, üstteki nalın tersinden çekildi.
 Bunlar da kızlar, yoğun şekilde çalışıyorlar. 
 Lens Flare artık moda oldu bu arada. Sildiğimiz tüm fotoğraflara yazık oldu. 
 Su kenarı mutluluk veriyor.

 Bu ne ağacı?



 Yenmemiş ağaç mantarları.

 Kurumuş kuşburnu.
 Every rosehip has its thorns.
 Bu da, su teresiymiş. Çok lezzetli olurmuş. Ekmek arasına koyup yerlermiş. Yaprakları büyüyünce yendiği için baktık geldik. Belki bahara yemeye gelirim.
 "Yalçın kayalıkların göklere yükseliyorrr" Gökyüzünün rengi yine çok fena, çok. Zaten beni biraz okşijen çarptı. Gidip uyusam, uyandığımda dünya mutlu ve huzurlu bir yer olsa. Adil, sağlıklı, mutlu bireyler olsak, hepimiz. amin bin.

 Elektrik direkleri eskiden uzun yollarda bıkmadan seyrettiklerim arasındaydı. Araçta her zaman baba arkasına oturmuştum ben. Babacıydım.
Şimdi, annemi kaybedersem ölürüm diye düşünüyorum. 

 Sonradan oluşturulmuş gölet, su birikintisi vs. Renk yine çok güzel.

Bu da daha fazla bilgi. Rafting de yapmalı. 
http://www.antalya-rafting.com/irmaklarimiz/tohma.html 

Haftalık Rapor 9

$
0
0
Fotoğraflar kafalarına göre dizildiler. Ben de o kafaya göre yazdım.

Ben bu sefer trenle döndüm. Güney Kurtalan Ekspresi ile. Daha önce binmemiştirim ve Diyarbakır'dan kalkmasından kelli, "binme" diyen de çok olmuştu. 
Diğer 2 trende yer olmayınca aldım. Zira telci randevumu kaçırmak istemedim. Ve, bindim.

Yataklı vagon her zaman en sonda olur. İstasyon küçük olunca, sondaki vagonlar her zaman biniş platformundan sonra oluyor. E tren de pek beklemek istemiyor. Ben de sondan ikinciye atlamış bulundum! Aradaki kapının üzerinde "geçmek yasak" yazısını görünce, aklıma neler geldi neler! Neyse ki, o da yataklıydı ve görevli bey amca çıkıp beni kendi vagonuma geçirdi. Diğer tüm kompartman görevlilerinden daha ilgililerdi bu arada! Ve yaptığım en rahat tren yolculuğu oldu. Demek ki neymiş, önyargılı olmayacakmışıK.

Vidyolar çektim, fotolar çektim. 2 kere sigara içtiler. Güzeldi epey. Buzdolabındaki krakerleri yedim yine. Mmmm. Suyu ve meyve suyunu içmedim. 
 Burası Elmadağ tarafında. 
 İnince garı da çektim. Giden de Güney Kurtalan ancak tren üzerinde artık Kurtalan yazmıyor. Sadece Güney Ekspresi yazıyor. Doğu'nun da adı Doğu Kurtalan'dı sanırım. Ne güzel bir isimmiş. Neden kaldırdıklarını merak ediyorum. Bunu araştırayım bi'.
Bu arada, trenden inince merdivenlerden geçip rezil rüsva olana kadar, kısa yoldan geçiyorum. Oh mis. Kompartman amcası hatırlattı. Yoksa unutmuştum. Sağolsun.
 Ankara sokakları: Kennedy. Hoş geldi Kuir. 
 Bu, Orta Anadolu'da hala mevcut olan Aile Salonu uygulamasının bir örneği. Üst katı olmayan lokantalarda, böyle kafeslere giriyorsunuz. Ama lokantaya gittiklerim hep erkek ve hiçbiri ile de ne kan ne de gönül bağım olmasına rağmen aile kategorisine giriyoruz. :/ 

Namusum korunuyor bu şarap şişeliği duvarlardan. Ha, biraz boyum uzun olsa, tüm suratım bu "duvar"üzerinden görünecek. Tövbe namusum elden gidecek. Neyse ki, boyum pek uzun değil. :s
 Trenlerde en sevdiğim şey, TCDD sabunu iken, artık hepsi sıvı sabun oldu. Ayna önündeki havlu da, ilginç şekilde nem kokuyordu. Tabi suratı sildikten sonra fark ettim. Hiç adetim değildir havlu ile yüz kurulamak. Ama yaptım işte. Ve ardından tekrar yıkadım. 
 Bu da aldığım kilolar. Eheheheh 
 Bu aralar, hayatta bağımlı olmadığımı savunduğum anlar geride kaldı. Deli gibi her fırsatta, tuvalette, film seyrederken vs oyun oynuyorum :s
Thesaurus Rex oldum! :m
 Veee, bugün gelen singing bowl'um.

İlk çalma deneyimim başarısız olunca "bana bozuk çanak satmışlar" dedim, he. Ama sonra 3ncü de çaldım ve o kadar hoşuma gitti ki, satıcıya tekrar mail atıp, binlerce teşekkür ettim. Sonra da diğer sattıklarını takibe alıp, teklif verdim.
Tokmaklı, çanaklı bir gündü bugün.

Ekstra hayatımda olanlar;
Bugün sakız çiğnedim! Hell yeah!
Göbek adım tehlike benim. 

Bir de sakız öncesi soda içtim, hem de limonlu! Ohh fak! Ama pipetle.

Bunlar size normal ama bana yasak. Hiç de olumsuz bir durum olmadı. He bu arada, geçen hafta dişçide tellerim değişti. Daha kalını takıldı. 2 aydaki ilerleme muazzam. Diş tellerimi çıkartmak istemiyorum şu sıralar. Vakit geçtikçe de, hiç istemeyeceğim sanırım. Tel bloğuna foto koyucam. Vaktidir. 

Hafta güzel geçmiş. Kardeşime de JustinTimberlake bileti aldım. Kız bulup, arkadaş ayarlayıp gitmezse, oradayım! Rock your body!

Özel İnsan

$
0
0
Benim bu özel insan. 

İşe yürürken, uzun bir zamandır Atatürk Bulvarı'nda meclis tarafında köpeklerin beklediğini görüyorum. Bir kadın her sabah kuru mamaları köpeklere verirken, içlerinden bir tanesi yemeğe bakmadan kenarda bekleyip, hızlı giden araçların peşinden koşuyor.

Bu sabah, tam yaya geçidinde, bir araç kaldırıma fazla yaklaşınca korktu benim asi köpek. Bana da çok yakındı. Önce bir kokladı beni. Sonra yaklaşınca ben de ona dokundum.

Sonrası malum, bana yaslandı ve ona dokunmama izin verdi. İçimden "artık koşma araçların arkasından, yoksa sen de zarar göreceksin" dedim. 

Keşke köpeklerle konuşabilseydim. Eskiden konuşabildiğimi düşünürdüm. Biraz daha sevip, karşıya geçtim. 

Arkamdan havlama sesi duyunca, yine bir aracın arkasından koştuğunu gördüm. 
Görsel: http://helpstraydogs2011.blogspot.com.tr/ 

Dokunmak aslında sağaltıcı bir eylem. Ben de mama veren kadına bile yaklaşmayan bu köpek nedeniyle kendimi özel hissettim. I am speshul!

Ah bu köpeklerin sadakati! Yarın bir daha konuşayım.

Haftalık Rapor | 10

$
0
0
Ankara'nın tuhaf halleri... ve üç nokta hüzünleri.

Şehrin anlamsız ve oldukça çirkin kapılarından sonra, içine saat kondurulacağını zannettiğim şu alakasız "şey" trafikte sürücülerin dikkatini dağıtmak için özenle yapılmış ve Kızılay göbeğine konmuş görünüyor.

Ne lüzumu vardı şimdi bunun?

Madem oraya birşey konacaktı, taa aylar önce bir saat yapılmasını istemiştim İMG'ten, ama saatin tasarımını biz seçecektik.
Zayıf estetik anlayışı ile kedilerden sonra şimdi de bunlar. Çok fena.
Hadi bunlar fena da, beğenenlere ne diyeceğim?
 Sevgili Kuğulu Park ve ağaçlar.
 Pencere.
Ben hala postahaneye gidemedim. Geçen hafta geç çıktım iş yerinden. Ancak acayip şeyler yaptım.
Şirketteki mevcut şakalaşma (eşek şakası) furyasına katıldım. Oysa ben buna karşıydım. İş ahlakım buna karşı durmamı söylüyordu. 
Yine de efsanelere isim atmış durumdayım.
Ne oldum demicen işte, ne olurum tövbe yareppim diycen.

Bu aralar favori mekanım Mood Shifters. Her haftasonu oradayım artık. Beklerim.
Yağmur yağsın, amin bin

Ayh, şu da var.
Banyoda unuttuğum için kararmış küpelerimi diş macunu ile kuru sildim ve pasparlak oldular. Hala bilmiyorsanız, en basiti bu.
Evet, gümüşlerimi parlattım, sırçalarımı temizledim hemşire.

Johnny Got His Gun

kundura

$
0
0
Bu aralar derdim pabuc. Kirmizi olmayanindan. Surekli insan ayagina bakiyorum sokaklarda. Is yerinde degil cunku o kismi cozdum.  Su an derdim street style! Ayakkabi cok cirkin bir aksesuar. 
Senelerce bot giymek benim en degerli hazinelerimden biriymis meger. 
Insanin giyim tarzini pabuclari belirlermis. Bunu anladim. 
Mutlu muyum?
Hayir. 

Siyaset

$
0
0
Blogda pek siyasete bulaşmıyorum. Ama bugün propaganda yapıcam!


Jandarmalar arasındaki kişi bizim mahallenin muhtarı. Çoğunluk onu, ODTÜ'de okuyan ikizlerinin geçirdiği trafik kazası ile tanıyor. Allah rahmet eylesin. Şu an hayatta olsalardı, eminim Güvenpark'ta dank dank vurduğum kovayı içinde su koysunlar ve bombayı içine atsınlar diye onlara verirdim.

Bizim muhtar geçen sene sonunda, dağda kayboldu. Donmamak için 10,5 saat yürümüş. Kim bilir o saatler boyunca neler düşünmüştür. 


Ben kendisini, pek alışveriş yapmadığım ve yanı başındaki duvarda ikizlerin ölüm haberi ile trafiğe karşı duran yazıları asılı olan tekel dükkanını, bize teslim edilmeyen seçmen kağıdını aramam için bana bir deste uzatmasını çok seviyorum. O ararken ben bekleyemezdim ki.


Süleyman Demircan! 


Ama Ayrancılı olsaydım, Barış Karacasu oyumu alırdı.
Viva Birleşik Ayrancı.
Facebook sayfasına bakınız. asdfsdsdfsdf 



Çekap

$
0
0
En kötü günleri geride bıraktık ailecek.

Annem senelerdir, "ben bir çekap yaptırayım" der dururdu. Biz naptık, baktık. Sonra kardeşim annemi yolladı bir laboratuvara Ocakta. Sonuçları alınca kalsifiye olduk. Ahah bu da ne demek derken, baktım ki böyle bir terim varmış hakikaten.

Ultrasonda çıkan kütle için 7 ürologla konuştuk. (Ehehe doktora doymamışız) Bize güven veren, güveni vermek için detaylı bilgi veren, ukalalık yapmayan kişiyi tercih ettik. Ve bugün taburcu olduk. Annem şu an tvde saçma sapan şeyleri seyrederken ben de mutluluğumu paylaşayım dedim. 

Çünkü insan bilmediğinden korkuyor, bildiğinden korktuğundan daha fazla. Google üzerinden bir ürolog diploması alacak kadar bilgi sahibi oldum. Ama yine de bir doktor kadar bilemediğim için korkmadım değil. 

Boyalı tomo çektirdik. O dönemler sıkıntılı dönemlerdi işte. Sonra aldık o tomo sonucunu, çoğalttık İst'a bile gönderdik. Seçtiğimiz doktor tomoyu yanımızda açıp bakan, tahlilleri göz gezdirmekten ziyade sayfadaki her kalemi teker teker okuyan oldu işte. 

Sonunda ameliyat oldu annem. Refakatçi de ben. Korktuğum kadar zor geçmedi hiçbir şey. Bundan sonrası da eminim kolay olacak. Böbrek kanseri kemo veya radyoterapiye direnç gösterdiği için tek çözüm amelyat. Ama böbreğin hepsi mi, tümörlü bölge mi? 
Hepsini alsalar, diğeri tam fonksiyonel, sorun değil ama tıp şu an var olan organı korumaya yönelik çalışıyor. Açık mı kapalı mı? Açıksa nekahat daha uzun sürüyor. Kapalıda tümörü rahat göremiyor. Hangi hastane? Eve yakın olsun. Öff bin soru işte.

Ben yine kısa kesmeye çalışayım. Annem ilk odaya getirildiğinde, hemşire "nefes almayı unutabilir, monitörde şu değer 90nın altında düşerse uyandırın, derin nefes almasını sağlayın" dedi. :s

Bu bilgiyi iki kişi aldı. Unutmadı nefes almayı ama 3 kere 89 görünce, "aanneaa" diye bağırdım tabi. Şu an hatırlamıyor benim o banırmalarımı.

Hastane kültürüne gelirsek, ben hastaneye gittiğimde diğer insanlara geçmiş olsun diyorum. Ne tuhaf insanlar var, bunu dediğimi söylemek bile ayıp aslında ama bize kimse bizden önce geçmiş olsun demedi, tıbbiyeliler dışında. 

Ameliyatta sonra gaz çıkarmak, yemek yemek, kaka yapmak ve yürümek bu işin mihenk noktaları. 

Hastanelerde de şu var, ilk gelenler endişeli suratlarla dolaşıyorlar. Sonra bu aşamaları geçtikçe ve hastaneyi öğrendikçe ifadeler yumuşuyor.  

Tıbbiyelilerin tavrı da çok önemli. 

Çok dağınık yazdım ama yorgunluğuma ve sevincime verin.

Kıssadan hisse;

  • belirli bir yaştan sonra ebeveynleri zorla çekapa göndermeli. Çünkü bizim hiç bir rahatsızlığımız yoktu. (artık ben yok, biz varız annemle)
  • kadınlar için meme ultrasonu, rahim ağzı smeari şart. 
  • ameliyat geçiren bir yakınınız varsa, lütfen ilk gün gitmeyin yanına. zaten sizi hatırlamıyor ve kişiyi boşuna yorup, odayı havasız bırakıyorsunuz. üstelik hastayla mı ilgilenicez, sizinle mi? bizi de yoruyorsunuz.
Başka biri ile aynı odayı paylaşamam, ışıkta uyuyamam, seste uyuyamam, uyanınca tekrar uyuyamam diyen ben, her birini yaptım, hiç de zorlanmadım. 

Kimse hasta olmasın! 
Ay lav yu, ayem sori, piliz forgiv mi, tenk yu.

Bu ne demek? Ho'oponopono
Denk geldik ve başladık bunu yapmaya. Ameliyat sonrası doktor: "tümör beklediğimden küçükmüş" dedi. Adını Marla koydum tabi ve Marla'nın bu şekilde küçülmüş olması gerçek midir?

Şans

$
0
0
Şansım geri döndü!

Bugün kardeşlerim benden ne istediğimi sorduklarında, yerini de tarif ederek acı biberli çikolata demiştim. Almamışlar. 

Markete gittim akşamüstü. 

Ben dondurma pek sevmem. Bu aralar, annemde şiddetli osteoporoz da çıktığı için sevmediğim yoğurt yerine dondurma yeme kararı aldığım için zorla yiyorum. Ve işte gözüm dondurma dolabına takıldı.

Hmm.. Grili, parlaklı bir dondurma paketi.
Parlaklı, pullu, payetli şeylere gelince bir saksağan gibiyim.
Üzerinde de chili ibaresini görünce, hoop sepete.

Ancak acısı az. Hatta bir başta bir de sonda tadını aldım. Biraz üzüldüm bu açıdan. Magnum'a bir mesaj daha attım. "Neden saklıyorsunuz bunu? Acısı az olmuş ama iyi". 
heh tam bunları yazarken bir ölüm haberi geldi, hayatın yine anlamı kalmadı amk.
bulun, yiyin diycektim. 

.

Ostim Surprise*

$
0
0
Bu seferlik Haftalık Rapor olmasın adı yazının.

Geçen hafta yine böyle salak salak bir var olma hali sürecidi benim için. 

Annemle başlayan seride, uzaktan tanıdığın eşinin, Berkin'in, Burak'ın vefatı, dayımın trafik kazası, aynı gün BK'un arayıp kaza geçirdim demesi ile sıyırdım balatayı. Oh çok teknikıl. BK'da bişi yok neyse ama o ruh hali ile yürürken olduğum yerde kaldığımı biliyorum.
Şu an hayatta olanlar iyi, olmayanlar da iyidir umarım.

Çok yoğun iş var. Ama keyfim yok. Sıkınıyorum. O kadar iş arasında bir de kendime iş çıkarıyorum. 

Bugün gelir gelmez evi Gündoğdu Meydanı'nı yıkar gibi kloraklara boğdum mesela. Çok seviyorum o kokuyu. Temizlik oymuş gibi geliyor bana. Bir gün banyoda beni baygın bulacaklar, birileri beni bulana kadar ben ayılmazsam. Sevmiyorum eve gelen olsun, giden olsun. (Ben anaokulu eğitimimi Avropa'da tamamladığım içün, tam bir Avropa nosyonu ile büyümüşüm, Batının tüm ahlaksızlığını da içime işletip gelmişim)

Konu: Temizlik ve saçma sapan geçen günlerim.
Ondaaan sonrağğğ...
Sonra da sabah bulaşık makinasını çalıştırmadım diye gün boyu azap çekiyorum. Ve diyorum ki, EsraErol'daEvlenBenle'nin Beast sıfatlı Yıldırım'ı ile evlensem ama bir şartla: beni Bihter Ziyagil veyahut da bir Kardaşyan gibi yaşatmalı. "Bihter az gelir" derse, o kadar yatmaya götüm zaten Kardaşyan kadar olur diye ikna ederim, edemem mi?
Sizden istediğim feysbuktan "bunlar olur mu?" oylamasında EVET yönünde oy kullanmanız. Nooooğğllur?!  

Heh, diyorum arada keyiflenmek lazım. Ancak öyle bir duygu dalgalanması yaşıyorum ki, keşke benim de uzatma kablolarındaki gibi kırmızı düğmem olsaydı diyorum. Ama sonra diyorum, bu böyle gitmez diyorum. Bu diyorum, hayat. Başka şeyler düşünmeliyim diyorum. Mesela Pembe Düşünmeliyim diyorum. Think Pink.

Sonra da gidiyorum tellerime pembe lastik taktırıyorum. Gözlük almak için vaktim yok. 

Sonra da bakıyorum, feysbukta, klavye başında ülkeyi kurtaranlardan biriyim çünkü, üniversitede o simsiyah pasparlak beline kadar gelen saçlarını savuran arkadaşım Sinead O'Connor olmuş. 

Aynaya gidip pembe lastiklerime bakıyorum. 
Siz de bakıp, neşelenin umarım. Ben de şu Yıldırım'ı aratayım feysbuktan.

Ostim ne iş? E tabi başlığa yazınca, filmin başındaki silah gibi patlatmam lazım di mi, Hiçkok?

Bugün yarım gün oradaydım. Giderken pek birşey beklemiyordum. Beklemediğim yerden geldi. Ama sadece bunu beklemiyordum. Diyordum, "Ey Ostim sen bakalım nelere gebesin?"

Bir dükkanda karşıma siz deyin 75, ben diyim 76 yaşında bir amca, kendi şirketinde Türkiye'de ilk ve tek bişilerini yapıyormuş. 
Dükkana bir girdik, içeride 4 hatun. Ondan önce tornada birkaç adam. Yaşlı ama hareketli olduğu için dimdik bir amca, konuştukça çıktı altından. Bir önceki gece, haysiyetsizlikte "sky is the limit" diyen oyarayanın yemek davetindelermiş ama olsun, o Mustafa Amca belli ki, hakkaniyetli, adil ve müşfik biri. Üstüne öyle kadınları sanayide çalıştırıyor. 

Üstüne bir de Muhteşem Amca, bizi arabaya kadar geçirmez mi? Ah dedim amca ya, yolun açık olsun. 

Sonra da, Bihter Ziyagil gibi yaşayıp, götümü büyüterek Kardaşyan olmak için kendime dua ettim. Çalı çırpı gibi oldum valla. O götü büyütmem lazım. 

*dışı sanayi, içi emek

Zülfü Livaneli | Seranad

$
0
0
İşte bu kitabı beğendim. Aşırı olduğunu düşündüğüm noktada yazar da itiraf edince, "heh tamam" dedim. Hatta bazı yerlerinden alıntı bile yapacaktım ama üşendim. 

Tavsiye ederim. Tarihimizde silik kalan o kadar çok gerçek var ki. Bu kitap belki de bana beklediğimden fazla bilgi verdiği için beğendim. Sayfaları altlarından kıvırdım araştırmak için. Bu ne güzel bir şey. Vikipedyada, randomdan başlayıp bir sürü makale okumak gibi bir şey. Ehe.

21 Mart

$
0
0
Senelerdir 21 Mart benim için yaz başlangıcıdır. Coğrafya derslerinde en sevdiğim konu ekinoks, en uzun gün, en kısa gündür falan. İzobarları saymayı da severdim. Fyord, falez, horst and graben derken, bak meYer ben coğrafya severmişim yav. Özet geçeyim.

Severim ve kutlarım kendimce. Ama google da doodle yapınca, yine cemre takibi gibi laçka olur demştim sabah. Lakin, bir inşaat firması içinde nar geçen sitede bu akşam etkinlik yapıyormuş nar ile.

Ben de eve gelirken, tembih üzerine nar almaya çıktım. Yakındaki markette "bitmiş" Ouv fakh!

Güvenpark'ın önünden seyirteyim dedim. Girdim "Muasır"a. Aldım narları, bir de bugün sevdiğimiz bir tatlıyı yapmalıymışız. İrmik-süt. Bizim adını prenses bildiğimiz, ancak ağda hikayeleri dinledikten sonra "irmik tatlısı demeyi tercih ettiğim tatlıdan yapayım, üzerine kırdığım narları döker, yirin" diye düşündüm. 

Kasaya geldim her bir alışverişin sonunda olduğu gibi. İki yaşlı beyefendi, belli ki, akşama keyif yapacaklar. Yarasın! Benim önümdelerdi ve kapalı kasaya yönelip, reddedilince, benim arkama geçtiler. İtiraz edip, sıralarını onlara verdim. Bir tanesi biraz şaşırdı, itiraz etti. Ama ısrarcılık bu toprakların mirası. Ben kazandım. Sonra onların önündeki adamın aldıkları fazla olunca, iş uzadı tabi. Arkada sıralanan mutsuz kadınlar miykmiyklemeye başladılar. Te Allam!!

Böyle durumlarda gözlerim insiyaki devriliyor.

Beyefendilere yardım teklif edip, o lanet olası birbirine yapışık alışveriş torbalarından açıp, aldıklarını yerleştirdim. Arkadakilerden ses kesildi. 

İşiniz gücünüz şikayet amk. Bir saygı, bir nezaket, bir insanlık gösterin arada yahu!! (tabi bunu derken küfretmiş olmam da bilinçli ince alaylamadır)

Arkadaki mutsuz kadınları, arkada bırakarak eve geçtim.

Böyle insanlar var, elbette mümkün olduğunca iyi insanlardan örnek vermeye çalışıyorum. Ama onlar da var. 

Linkini bulamadım. Blogum aramaya da kapalı. Belki hatırlarsınız. Bir sabah kalkıp, Sivasına yola çıkacakken arabanın aküsünün bittiğini fark etmiş. Götümüzün dibindeki "komşumuz" taksi durağından yardım istemiştim. "Transfer kablomuz yok" diye bana yardım etmemişlerdi. Sonra kabloyu götürdüğümde, yine yardım etmemişlerdi. O sabah ağlaya ağlaya, yan koltuğa attığın kabloya dokuna dokuna Sorgun'a varmıştım.

Evet, o sevimsiz insanlar yine. 

Sondayı çıkartmaya gittiğimiz gün, annem gecelikle sokaktayız. İçinde yolcu olan bir taksi durdu, içerdeki bayan belli ki bizim için erken indi. Sağolsun. Arkadaki taksi şoförü de, kornaya basmalar, bağırmalar "hanfendi, hanfendi". Senin de taksinin de, dedim ben de. "Düğmeye bastınız" dedi. "Basmadım" dedim bindim.
U çektik, adam peşimizde. Kornalar vs derken, bizim içinde olduğumuz aracı durdurdu. Bizim aracın sürücüsüne, "söyler misiniz inmeyeceğim" dedim. Adam da bizi korudu tabi. Diğer sevimsiz kekeleyerek birşeyler söyledikten sonra "ahlaksız, şerefsiz" dedi ve gitti.

ö_Ö ne dedin sen?

Ben de mutsuz bir ev kadını gibi, bana yaptıklarını anlattım bizim sürücüye. "Kime şikayet ediyoruz?" dedim. 
Şoförler Odası'nın numarasını verdi. 0 312 212 60 60
Açtım telefon, şikayet ettim elbette. Adam da, durakla görüşüp beni aradı sonra. Adama terbiyesizlik yaptığını, benim de zile bastıysam binmem gerektiğini söyledi. Hmmm. 

Basıp basıp kaçmayı düşünmüyor değilim ama işte inançlarıma aykırı. Terbiyesiz Işık Taksi Durağı. Işık Taksi. Terbiyesiz Işık Taksi.

İşe gidiş, gelişlerde hala yaya yollarında kollarımı açıp, karşıya geçiriyor olabilirim ama ben umutluyum. Muasır medeniyet seviyesine yükseleceğiz.

Neyssse, 21 Mart demiştik.

Yarın aynı zamanda, Down Sendromu Farkındalık günü. 

 Şu yukarıdakini facebookta profil fotosu yapıyoruz veeee...
yarın farklı renkte çılgın çoraplar giyip, farkındalığı artırıyoruz.

Ben çok kurumsal firmamda, "bakın ben bunu yapıcam" diye mail atınca, farkındalık üst yönetime ulaştı tabi. Giymesem bile amacıma kısmen ulaşmış durumdayım. Ama aklımda kahverengi gerçek deri pantalon altına pembe çorap giymek var, ama tellerimdekinden değil, çarpıcı pembe!

Bu yazı uzun ve çileli oldu sanki.

Size Ankara'dan manzaralar sunuyorum.
 Yukarıdaki Çevre Bakanlığı kampüsüne giren bir çöp arabası. Ama araç üzerindeki plastik çiçekleri görmüş müydünüz? Hani ben konteynerimi ev gibi yaptım, ofisime pembe koltuk aldım falan böyle bir bulunduğum yeri kişiselleştirme ve sahiplenme faaliyetlerimi paylaşıyorum ya, atıklarımızı toplayan insanlar da, böyle yapmışlar. Ben beğendim. Kendi kendime "işte Türkiye'de bir kistch örneği daha! Harika, harika" diyerek eve döndüm.
Aynı yerde aylar önce Egemen Bağış'ı da görmüştüm. Ama kimse ona plastik çiçek takmamıştı. Peh.
Bu yukarıdaki de, bizi korumakla görevli kolluk kuvvetlerinin pusuya yattığı meclis girişinde sabah arkalarında bıraktıkları atıklar. Her müdahale ve pusudan sonra böyle zaten.

Bir de dün dikkatimi çekti. Kızılay Meydanı da aşırı pis. Çünkü içine bomba koymasınlar diye çöp kutusu yok.

Ama akşamları şu gençler patenleri, kaykayları ile toplanıyorlar ya orada. İşte ona bayılıyorum. Aklımda paten kaymak var. Bak alacağımı bulmuştum da, almayı unutmuşum!

Ankara sana kaymaya geldim!

Amaaağğn, konuyu unuttuk. Bu akşam 21:00'de kapımızın önünde nar kırıp, yaza bereketli girme batıl itikatını gerçekleştirip, (bir torba içinde aman!) 3 dilek dileyeceğiz! 

Hadi, dünya barışı isteyelim!!!11
Ben bir de Tayland'a gitmek istiyorum.

Ne giymişim

$
0
0

Toplantıda GM yanıma gelip, çoraplarımı kontrol etti. Sonra da bana konuyu anlattırdı!
Birkaç insan, "aaa bak benim de çoraplarım uyumsuz, sayılır mı?" diye sordular.
Yine dan diye gerçekleri söyledim, "hayır".

Yav, evet desene! Onlar da yaysınlar. Her taraf politika, her taraf sahtekarlık, iyi bir neden için niye öyle demiyorsun?

Bu da benim salaklığım. Eldeki malzeme bu.

Hayallar

$
0
0
Hayallarim cok. 
Ben de digerleri gibiyim.
Bu siralar Malezya'da bir adada yasayan bir arkadasimla konusuyoruz pek.  Ben senelerce erken uyuyup erken kalkinca sosyallesemedim tabi. Uzerine de cay, kahve ve sigara icmeyince, bildigin magaradaki adam olmusum. Kendimi de tekrar tekrar gozden geciriyorum. Bu aralar pek sIklIkla.
Birisi ile gorusmek istemiyorsam baskalari gibi mesnetsiz bahane mi buluyorum, uygun degilim mi diyorum, mesgulum mu diyorum, bulusmayalim zor geliyor diyebiliyor muyum? Zor geliyorsa bulusmuyorum.
Durust olmak ne kadar dogru? 
Hakikaten benim ozgurlugumun basladigi yerde oteki'nin ozgurlugu kisitlaniyor mu? Sevgilim veya alt kattaki komsu. Onumde yuruyen kisi, vapurdaki adam sigara icince ve o duman bana geldiginde hangimiz ozgurlugu hak ediyoruz? 
Sigaranin bircok kansere neden oldugu bilinirken, ben ne kadar mudahil olmaliyim? 
Ya laf tasima? 'Bak sana bisi diycem ama kimseye soyleme tamam mi? Bak cok onemli' tamam. Dinle. Belki yorum yap. Sonra o lafi baskasindan duy. Ya da senin soyledigini, tek bir kisye soyledigini o kisi yaninda sana imali sekilde laf carpsinlar. 
Neden? Neden insan olamiyoruz? Neden iktidarin ne yaptigi ortadayken ozel hayatini izliyoruz? Bu bize ne kazandiriyor?

Oteki'nin hayatini merak etmek kanimizda var. analiz yapamicam. Ama simdi tivi seyretmiyorum! Dizi seyretmiyorum! HIh! Diyoruz da, okudugumuz kitaplarin dizilerden farki gorsel olmasi degil mi? Tiyatro nasil ortaya cikti? Tum kitap ve tiyatro ve sinema baskalarinin, otekilerin hayatini, bazen de duygularini aktarmiyor mu? Bu durumda o elit cizgi nerede baslar, nereden gecer?

Benimke ayni fikri, ayni ozgurluk kavramini paylasmayanlarla kavga mi etmeliyim? Sabahlari suruculere genelgecer kurallari hatirlatmak benim gorevim mi? Peki bu ulkeden gitmeli miyim? Kalip 'savas'mali miyim? Ama kime karsi? Neye karsi? 
Ya da yaptigim is; senelerdir insanlara zarar gormemeleri icin nasil yapmalari gerektigini anlatmak icin kavga ediyorum. Neden? Kimyasallarin icinde sigarasini elinde saklayip, arkasindan yere atip ustune basan adam simdi kanser oldum dese, 'lan ben sana dediydim yea!' mi demeliyim? Oh olsun salak mi demeliyim? Neden insanlarin hayatlarina karistim ben senelerdir? 

Bu neyin ozgurlugu? Bu durumda ozgur olan kim?

Bugun gelirken yanimdaki cocuk esas gelmesi gereken, evet bizim yerimize gelmesi gereken malzemeleri unutmus.  Napsaydim? Bagirsa miydim? Kizsa miydim? Surat salip otursa miydim? 
Telefon acip is yerine 'biz unutmusuz' dedim, 'kargolar misiniz?' Tamam dediler. Ne oldu peki? Hic. Ben bir gun daha beklerim. 

Kime neden kiziyoruz ki bu hayatta? Neden ulkeler, irklar var? Neden hep oteki var? Neden cephelesme var? Avcilik kulturu ortadan kalkti, illa bir dusmanimiz mi olmali? Oyle ise herkesten korkmali miyim? 

Çiçek

$
0
0
Ben arama kurtarma ekibinde iken, ekipteki tek dişi olunca bana "çiçeem" derlerdi. Geçen gün düşündüm bunu.Şimdiki halime bakıyorum, yaşlanmışım yea. Abseiling falan yalan olmuş.

Çiçek ile ilgili söyleyeceğim çok şey varmış. Şimdi esas çiçeğe geçelim. Bugün yine OrtaAnadolu'dayım. Bu sefer, geç kaldım maalesef bunu yapmaya, "işçi" yemekhanesinde yemek yedim. Orada yine Bombacı Mülayim ile konuştuk. 

Bana merhaba dedikten sonra, "nevruz topladın mı?" dedi. Bön bön baktım tabi. Bu bir deyim mi diye düşündüm. Kutlamak yerine toplamak mı diyorlar?
24'te "çay bırakmak" derler mesela. "Çay dökmek", "çay koymak", "çay doldurmak". 

Meğer bir çiçekten bahsediyormuş. İnsanın vatanının gelenek ve göreneklerini bilmemesi çok utanç verici. Tası tarağı toplayıp, tüm bu gelenek görenekleri kayda almak için bir çalışma mı yapsam? Bunu yapanlar oldu, ama ben daha genel çalışmak istiyorum. 

Hiç çay içmeyen ben, sosyalleşmek için çay alıp lokale geçtik. Orada da biraz konuşup, ofise geldik. Çayın yarısını iki şekerle içebildim.
Hala öğle vakti, lagara lugara derken, Bombacı Mülayim bana çiçek getirmiş! 

İlk defa koparılan bir çiçek için sevindim. Ve ne zamandır bir erkek bana elleri ile çiçek vermemişti. Kadınlar gününü saymıyorum.
 Çünkü bu çiçek aynı zamanda yeniyor!!!!
 İki rengi var bende. Üç renkmiş temelde, Mavi, sarı ve beyaz. Beyaz çok nadirmiş. Bana anlatıyorlar şimdi, "onu yedim" diyorum. Ahahah
Çiçeğin yeşilli kısmından çekip çiçeği yiyorsunuz.

Ve bir ara yasaklanan ama aslında öz bayramlarımızdan biri olan Nevruz'a adını veren, ek olarak Türk Edebiyatında yeri olan çiçek bu. Aşık Veysel de bahsetmiş, Mehmet Akif Ersoy da, Kaşgarlı Mahmut da.

Nevruz, farsçaymış. Benim adım gibi; adımı bana yaş günümde hediye ettiler! "Yeni gün, tabiatın uyanışı" anlamına geliyorlarmış. 

Sonra Bombacı ile gelenek görenek meselesini konuşurken, onların köye gitmek istediğimi söyledim. Şu yaz saati uygulamasına bir geçsek! Sabahları 04:00'te uyanan bir ben miyim yah!

Of neyse, yine dağıldım. 

"Kış Ortası"ndan bahsetti. Eskiden kışın, insanlar birbirlerinin evine gider, bulgur, un, vs toplar, yemek pişirir, dans ederlemiş! Oy yeah! 

Şimdi bunlar hiç yapılmıyor, çünkü bilinmiyor. Ülke tarihimizde en kızdığım nokta bu. Bunlara sahip çıkmak, Cumhuriyet'e karşı çıkmak olarak algılanmış. Folklor (halk bilimi) sekteye uğramış.

Çiçek konusunda, bir de hediye gelen siklamen var. Pazar bir baktım, çiçek yığılmış kalmış. Sulayıp, diğer bitkilerden ayırdım, düzeldi. Başka bir bitki daha var. Çok pis kokuyor. Çiçeksiz. 
Ben pastırma çemeni diyorum, erkek kardeşim çiş! Benjamin ile fotoğraflayıp, bitkibilimci Leylak Hanıma sorayım.

Uzun Bir Şehir Hikayesi

$
0
0
Uzun çünkü, geçen hafta da bu şehirdeydim. Bugün de buradayım. O vakitten yazamadıklarımı yazıcam.

Gündem ile ilgili yorum yapmayacağım, söz. Çünkü "persona non grata" ilan edilecek kadar çok konuşuyorum bu konuda, iş arkadaşlarıma bir surat sallamışım. Üstlerine alınmak üzere iken iletişim kurduk neyse ki. 

Konumuza gelelim.

Çiçek yedik ya geçen hafta. Sonra bakın neler neler yaptım. Yaptıklarım aslında aynı temelde, ama anlatçaklarım size farklı gelebilir.

İşte size ülkemizdeki Masa Dağları. Cape Town'da yaşama hayalim hala devam ediyor. Ama Masa Dağı değil, Dağları bizdekiler. Malum biz pikniğe 2 kişi veya çekirdek aile gitmeyiz. Sülalecek kamyonet arkasına biner, masaları birleştiririz.  VEleybol da oynarız, futbol da. 
 Elim yanlışlıkla negatife deYince de, şöyle fantastik bir görüntü çıktı. 3 dağı görebilirsiniz. 
 Bu alttaki malum Pingen yolu üzerinde. Yeşil - Griyi sevmeyen var mı?
 Hava kararana kadar böyle fotoğraf çektim işte. Ayrıca, Ankara'da ne kadar mutsuz olduğumu tekrar düşündüm. Her bir viraj sonrası bir heyecan. Kanyonun bir tepesinde bir evde yaşamayı hayal ettim. Uzun süredir böyle mutlu olmamıştım. 
Üstüne bir de Pingen'e gittik. Evdelermiş ikinci ailem.

İşten döndüğüm için her tarafım toz ve pistim. Pantolu bari değiştireyim derken, "gir duş al" demezler mi?!
Eşyalarımı bagajdan alıp, yıkandım. Hem de kovadan su dökünerek!
Ohh yeah! Rıza Baba ben rahat edeyim diye evi terk etti. Ben su dökünürken, BKlar geldi. Avusturalya'dan bir misafir ile birlikte. Oh may gad.
Özlemişim yav. Kadıncağız da, "aile" gibi göründüğümüzü söyledi.
Küçük ailemiz Kurabiyegiller de oradaydı elbette.
 Cuma günü de döndük. 
Bu alttakiler de bugünden. Burası Sorgun.
Hani daha önce anlatmıştım ya; sürekli yemek yediğim Hacı Ömer'in Yeri'ne gittim yine. Küsmüştüm ama gittim işte o günden sonra, ne zaman oradan geçsem durdum.
Son 2 sefer yanımda birileri vardı.

Bugün yalnızdım yine. Yanıma geldi kendisi. Tabak yemek dolu. Masa yine donanmış. Rakın olsa, 2 şişeyi oradaki ikramla bitirirsin.
"Yalnız mısın?"
"Evet" dedim.
"Ekmek yeme. Etini ye" dedi.
"Hıı? Tamam" dedim.
Sonra tekrar geldi. Ama öyle bir yedim ki, ilk gittiğim gün tereyağının yanına bal istemiştim. Hala her gittiğimde getirirler. Öyle bir yer orası. O balı-tereyağını artık yarım bıraktım. Öyle şişmişim. Ve öyle halsiz hissettim ki kendimi. Bayılacak gibiydim. Bir de üstüne günlerdir bir burun akıntısı. Arada hafif boğaz ağrısı. Tuzlu su gargarası, çeşit çeşit pazen mendil. 
Tam o geldiğinde, bayılır mıyım diye düşünüyorum. Bu sene trafik kazası yapabilirmişim. Onu düşünüyordum.

Tam kalkacaktım. "Kalkma sana soda-limon-gripin hazırlayayım" dedi. Fak! Baktım suratına uzun uzun. Bu adam benim sümüklü olduğumu gördü mü? Melek mi kendisi? Ya Benical ile birlikte alınır mı? falan bunları düşünüyorum.
"Otur" dedi. "Ama ilaç alıyorum ben zaten". 
"Onu da al" O sırada ilaç aradığımı sandı sanırım. Ben yine cüzdanımı arıyordum. Aslında kol altına takılan cüzdanım var ama dar geliyor. Hoff.
"Bu rahatlatır" dedi ve ellerini karnına koyup, kafasını yana eğip gözlerini kapattı. Böyle bir dramatizasyon karşısında hayır diyemedim.
Oturdum artık, "tamam" dedim adama. "Ama uyutmasın" 
"Hayır"
Ben hala bönlük var üzerimde bakıyorum adama. "Bunu ben buldum. Hani şu içecekler var ya?" BÖN
"Enerji içeceği?""Evet. Soda var ya, soda, limon suyu ve gripin. Ben buldum. Çok iyi gelecek" Peki.
TVye bakıyorum. Bu kısmı geçiyorum, yorum yok. Miyav.

Tekrar geldi. "İlacını iç" dedi.

Yarım bardak limon suyu, soda ve gripin geldi. Foto çektim de, garsonun bazı yerleri de çıkmış. Kötü, kırop da edemicem.

Karıştırdı garson limonla içini açtığı gripini. Yavaş yavaş da sodayı karıştırdı.
Pipet istedim. Malum teller ile asitli içecek olmaz.
İçerken, oyalanıyorum ister istemez. Tellerden.

Yine geldi. "İç iç iç. Bitsin o"
ahhahah
Bu arada tüm olanları BKya vatsaplıyorum. O da yoğun ilgilenemiyor. Olsun. Yoksa unutçam.
Ve bitti. Ben de "baba ocağından"çıkıp yola vurdum kendimi. Ama iyi hissettim de. O bayılganlık kalktı. Vardım otele işte saatler önce.

 Bu aralar, lisede olduğu gibi ağaçlara takıkım yine. Bu konuda girişimlerim var. Olgunlaşsın paylaşıcam. Evet, orman mühendisi oluyorum! ohhyea.
 Sıra sıra ağaçlar...

 Şaka gibi.
 Bu da, tomboy tarzımın 2007sinden kalma pabuçlarım. Çok seviyorum kendilerini. Bu hallerini daha çok. Ama tarza balta vurdum galiba.
 Peki nasıl?
Alnımın sol kenarında güneş görünce çıkan lekeyi kapatsın diye, kakül kestireyim yine diye düşünüyordum aylardır. Ama üşeniyordum ve böyle saçma sapan bir yerde yapayım istiyordum.
Resepsiyondakilere sordum. Kız iki yer tarif etti. Daha iyi dediği esteticaya gittim.
Kararsız bir müşteriyi iyi idare ettiler. 
Amaan kes, kökü bende dedim. 40ıma kadar tekrar uzar zaten. Ayrıca biraz da güçlensinler, değil mi?
Bay Kuş'un da iznini aldıktan sonra, vurduk makası.
Dallas'taki Pam gibi oldum. Güzel oldu yav.
Elbette fotoğrafı banyoda çektim. Işığı ne güzeldir şu banyoların!
 Bu kız ne iş yapar? Alın işte. Böyle makina yanlarında, iş makinaları üzerinde poz verir. Benim loder op ehliyetim var, demiş miydim?
Ahahaha
İşte size iki kare, termik santral. İlk defa gittim ve kaçak girdik. Evet, güvenlik zaafları varsa, ben napıyım? 

Böyle endüstriyel fotoğrafları çekmeye başladım. Satıcam! hah hah ha!

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi | Ahmet Ümit

$
0
0
Beğenmekle birlikte beni rahatsız edenin en olduğunu hala bulamadığım bu kitabı, nihayet başarı ile bitirebildim. Zamansızlıktan, yoksa kitabın okunurluğunda sorun yok.

Geçen Hafta

$
0
0









13 adet leyleği uçarken gördüm. Bu sene de s*çtm.
Yeşilden gözlerim patlak halde dönmüşken, Ankara'nın grisi ile depresyona girdim, bir günlük. Üzerine dolu yağdı. Bahçedeki meyveler öldü.
Balıkesir'i ne kadar sevdiğimden bahsettim mi?

Viewing all 659 articles
Browse latest View live